Stefan Zweig’in Amok Koşucusu romanında bir adam, içindeki sarsıntıyı bastıramadığı için deliliğe koşuyordu. Zweig’in bu öyküsü, insanın içsel boşluğu ve bastırılmış duygularının onu nasıl yok edebileceğini gösteriyor. Bugün o delilik hâlâ sürüyor ama şekil değiştirdi. Artık kimse duygularının tutsağı olarak koşmuyor; insanlar hırsın, kıskançlığın ve gösterişin içinde deliliğe sürükleniyor. Eskiden insan, tutkusu uğruna yanardı; şimdi, başkasının sahip olduklarını elde edemediği için kendini yakıyor.
Yanındaki adam senden daha iyi bir arabaya biniyor, komşun senden büyük bir ev alıyor, tanımadığın biri sosyal medyada senden “daha mutlu” görünüyor. Ve içinden bir ses yükseliyor: “Ben neden değilim?” İşte o an başlıyor modern amok koşusu. Ama bu koşunun bir yönü yok. Herkes aynı yöne değil, birbirine çarpa çarpa koşuyor. Her biri, bir öncekini geçebilmek için biraz daha ruhsuzlaşıyor.
Zamanla bu yarışın bir adı kalmıyor. Herkes birbirini taklit ediyor, herkes birbirine özeniyor. Ama kimse neden koştuğunu, kime yetişmeye çalıştığını bilmiyor. Bir zamanlar insanlar değer biriktirirdi; şimdi mülk biriktiriyor. Bir zamanlar insanlar saygı kazanmak isterdi; şimdi görünürlük. Artık paranın olmadığı bir yerde kimse kimseye kulak bile vermiyor. İnsan, banka hesabındaki rakam kadar insan sayılıyor.
Ve bu yarışta en tehlikeli olan şey, koşucuların sadece önüne bakmaması. Arkasında kendi halinde büyümeye, emeğiyle bir şeyler inşa etmeye çalışan birini görünce, onu da düşürmek için koşuyor. Çünkü modern amok koşucusu sadece kazanmak istemiyor; başkasının da kaybetmesini istiyor. Toplumun içinde “böl, parçala, yönet” düzeniyle insanların ideallerini, değerlerini unutturup, onları da bu deliliğe katmak istiyor. Böylece herkes aynı hızda, aynı yöne, aynı boşluğa koşuyor.
Bu koşuda artık bilgi, bir rehber değil; süs eşyası. Gürültü bilgeliğin yerini aldı. Herkes her konuda uzman, herkes her konuda haklı. Gerçek bilginin sesi, sahte gürültülerin içinde boğuluyor. İnsanlar artık düşünmekten çok, göstermekle meşgul. Düşünce değil, görüntü önemli; derinlik değil, dikkat çekmek.
Ve bu amok koşusunun en ironik tarafı da şu: Her koşucu, kendine bir “lider” seçiyor. Fakat o lider, bilgiyle değil; servetle, gösterişle, ses yüksekliğiyle seçiliyor. Sanki her biri kendi içindeki boşluğu, bir başkasının parlak gölgesiyle doldurmaya çalışıyor. Feodal çağın beyleri artık toprak değil, takipçi sayısı ve banka hesaplarıyla ölçülüyor. İnsanlar kendi aklını kullanmak yerine, parası çok olanın aklını doğru sanıyor. Oysa liderlik, bir hesaptaki rakamla ölçülecek kadar küçük bir şey değildir; karakterle, erdemle, adaletle büyüyen bir değerdir. Ama amok koşucuları bunu göremez, çünkü gözleri hep öndekinin cebindedir yüreğinde değil.
Bugün toplumun en büyük trajedisi, herkesin koşarken birbirine çarpması. Herkes daha fazlasını isterken, elindekinin değerini yitiriyor. Herkes kazanmak isterken, insanlığını kaybediyor. Ve kimse durup nefes almıyor. Çünkü durmak artık geride kalmak demek. Ama insan bazen durarak büyür; düşünerek derinleşir; paylaşarak var olur.
Peki ya durmak? Bu amok koşusundan çıkmak için bir çıkış yolu var mı? Belki de ilk adım, koşmayı bırakıp etrafa bakmak, o gürültünün içinde kendi iç sesimizin fısıltısını duymaya çalışmaktır. Çünkü gerçek anlam ve tatmin, bir öndekinin cebinde değil, kişinin kendi yüreğinin derinliklerinde, kurduğu anlamlı ilişkilerde ve ürettiği değerde saklıdır. Ama eğer bu amok koşusu durmazsa, sadece bireyler değil, bir nesil birbirine düşman olarak büyüyecek. Ne akraba kalacak, ne aile, ne dost, ne ülke… Koşunun sonunda, kaybeden bir nesil bırakmış olacağız. Ve o neslin mirası, sadece yitirilen değerler, kopmuş bağlar ve yıkılmış bir toplum olacak. İşte durmazsak, modern amok’un gerçek bedeli bu olacak: insanlığın kaybolduğu bir nesil.