Yk Genetik Müh. Rıdvan Genç

Görünmez Dönüşüm

Yk Genetik Müh. Rıdvan Genç

Günümüz dünyasında insan, adeta kendi hayatının yabancısı hâline gelmiş durumda. Hızla değişen teknoloji, sosyal medya baskısı, ekonomik belirsizlikler ve toplumsal normlar, bireyi kendi iç dünyasından koparıyor. Albert Camus’un veya Franz Kafka’nın eserlerinde sıkça işlediği gibi, modern insanın en büyük sorunlarından biri artık yalnızca fiziksel varoluş değil; kendi benliğiyle ve toplumla kurduğu yabancılaşma ilişkisi. İnsanlar, günlük hayatın rutininde kaybolurken, kendilerini görmekte ve anlamlandırmakta güçlük çekiyorlar.

Düşünsenize: Sabah uyanıyorsunuz, işe gidiyorsunuz, sosyal medyada başkalarının başarılarını izliyorsunuz ve geceyi tekrar uyuyarak tamamlıyorsunuz. Bu döngü, bir “dönüşüm”ün başlangıcı olabilir. Kafka’nın “Dönüşüm”ünde Gregor Samsa bir sabah böceğe dönüştüğünde esas olan fiziksel değişim değildir; çevresinin ve kendi zihninin onu nasıl yabancılaştırdığıdır. Modern hayatta bizler de kendi iç dünyamızda benzer bir dönüşümü yaşıyoruz: her gün, toplumun ve sistemin beklentilerine uyum sağlamak için kendi gerçek benliğimizden ödün veriyoruz.

Bu yabancılaşma, çoğu zaman sessiz bir şekilde ilerliyor. İnsan, ne zaman kendisini kaybettiğini fark ediyor, çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. İçsel çatışmalar, bastırılmış duygular ve değersizlik hissi, görünmez yaralar olarak ruhumuza kazınıyor. Camus’un “Yabancı”sında Meursault karakteri gibi, insanın çevresiyle kurduğu mesafe ve dünyaya kayıtsızlığı, aslında içsel bir hesaplaşmanın habercisi. Bizler, farkında olmadan kendi hayatımızın yabancısı oluyoruz ve en çok da kendimize yabancılaşıyoruz.

Modern dünyanın bu yabancılaştırıcı etkisi yalnızca bireyle sınırlı değil; ilişkileri, toplumsal yapıyı ve iş hayatını da etkiliyor. İnsan, çevresinde sürekli bir performans baskısı hissediyor. Sosyal medyada paylaşılan başarılar, diğerlerinin hayatlarıyla karşılaştırma ve sürekli daha fazlasını başarma zorunluluğu, bireyin ruh sağlığını yıpratıyor. İçsel dünyamızın taleplerini dinlemeye zaman kalmıyor; böylece küçük ama sürekli bir kopukluk başlıyor.

Oysa dönüşüm sadece dışsal değil, içsel de olabilir. İnsan, kendi iç dünyasına dönerek, kendi duygularını ve düşüncelerini anlamaya çalıştığında, gerçek bir farkındalık kazanabilir. İçsel dönüşüm, yabancılaşmanın farkına varmakla başlar. Kendimizi tanıdığımız, değerlerimizi sorguladığımız ve hayatımızı anlamlandırmaya çalıştığımız her an, bu dönüşümün temel taşıdır. Kafka ve Camus’un eserlerinde gördüğümüz gibi, bu süreç acı verici olsa da zorunludur. Kendi iç hesaplaşmamız, hem bizi özgürleştirir hem de çevremizle daha sağlıklı ilişkiler kurmamızı sağlar.

Peki, bu içsel yolculuk nereden başlayabilir? Belki de ilk adım, Kafka'nın böceğe dönüşen kahramanının aksine, kendi dönüşümümüzün aktif bir öznesi olmaya karar vermektir. Bu, "sistem" dediğimiz soyut baskıyı, gündelik hayatımızda fark etmekle mümkün: Sosyal medyada sonsuz bir kaydırma halindeyken bir an durup "Bu bana ne hissettiriyor?" diye sormak; iş hayatının bitmeyen "daha fazlası" talebine karşı, bir akşamüstü sadece hiçbir şey yapmaya cesaret etmek; bir alışveriş anında "Buna gerçekten ihtiyacım var mı yoksa bir boşluğu mu doldurmaya çalışıyorum?" diye düşünmek... İşte bu küçük, kişisel ve görünmez isyan anları, bizi kendi hayatımızın edilgen bir nesnesi olmaktan çıkarıp öznesi yapan, içsel dönüşümün ta kendisidir.

Modern insanın karşılaştığı bu durum, sadece bireysel bir problem değil; toplumsal bir meseledir. Toplum, bireylerin içsel dünyalarına yeterince önem vermez; başarı, verimlilik ve görünür performans ölçüleri, insanların ruhsal sağlığının önüne geçer. Ancak birey, kendi farkındalığını artırdığında ve yukarıdaki o küçük isyanları bir alışkanlığa dönüştürdüğünde, bu sistemin yarattığı yabancılaşmaya karşı koyabilir. Kendimizi anlamak, duygularımızı kabul etmek ve hayatımızı kendi değerlerimizle şekillendirmek, en temel direniş biçimidir.

Sonuç olarak, dönüşüm hem bir kayıp hem de bir kazanımdır. İçsel hesaplaşma, modern dünyada insanın karşılaştığı en önemli mücadelelerden biridir. Bizler, Kafka ve Camus’un karakterleri gibi kendi hayatımızın yabancısı olmamak için durup içimize bakmalı, kendi değerlerimizi fark etmeli ve gerekirse sistemin dayattığı rollerden kendimizi özgürleştirmeliyiz. Camus'nün dediği gibi, "Asıl zafer, hiçbir zaman pes etmemektir." Bu zafer, büyük hamlelerde değil, kendi benliğimize doğru attığımız o küçük, sürekli ve görünmez adımlarda saklıdır. Çünkü gerçek özgürlük, yalnızca başkalarının beklentilerini karşılamakla değil, kendi içsel dünyamızla barışık yaşamakla mümkündür.

Yazarın Diğer Yazıları