Yk Genetik Müh. Rıdvan Genç

FABRİKA DUVARLARINDA 'KOVMİREM ULA' TEHDİDİ VE EMEĞİN DİRENİŞİ

Yk Genetik Müh. Rıdvan Genç

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun engin toprakları, yüzyıllardır emeğin en saf hâliyle yoğrulduğu bir yerdi. İnsanlar tarlalarında, bağlarında, hayvanlarının peşinde kendi yağında kavrularak, toprağın cömertliği ve alın teriyle geçinirdi. Buradaki hayatın temelinde komşuluk, dayanışma ve kolektif üretim vardı. İnsan, ektiğini biçmenin, ürettiğinin karşılığını doğrudan görmenin somut hazzını yaşardı. Özgürlük, bağımsızlık denen şey, işte tam da bu toprakla kurulan bu doğrudan ilişkide gizliydi; rüzgârın, toprağın ve güneşin ritmiyle bir bütün hâlinde yaşanıyordu.

Batı’daki artan iş yükü ve işçi maliyetleri, bu kadim toprakları yatırım için cazip hâle getirdi. Fabrikalar kuruldu; sanki bir lütufmuş gibi sunuldu. Oysa bu, tarihin tekerrüründen başka bir şey değildi. Kenya’nın kurucu lideri Jomo Kenyatta’nın dediği gibi: “Beyaz adam geldiğinde, ellerinde İncil vardı; bizim elimizde topraklarımız. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki, İncil bizim elimizde, topraklarımız ise onların elindeydi.” Bugün de aynı oyun sahneleniyor: O gün insanların toprakları alınmıştı, şimdi ise emekleri ucuza kapatılıyor. Toprağın özgür kokusu yerini fabrikanın keskin, soğuk buharına, hür iradenin bereketi ise makinelerin dişlileri arasında sıkışmış sessizliğe bırakıyor.

Bir zamanlar tarlada hür iradeleriyle ekip biçen insanlar, şimdi üretim bantlarının başında bir makinenin dişlisi hâline geldi. Uzun mesailer, düşük ücretler ve emeğin değersizleştirilmesi, yeni norm halini aldı. Zamanla işçiler işin inceliklerini öğrendi, ustalaştı. Ne zaman haklarını aramak, sendikalaşmak veya başlarını kaldırmak istediler, karşılarında hemen o bildik silahı buldular: tehdit.

Modern patronlar, işçilere “Bak, ben bu fabrikayı kapatır, çeker giderim ha!” diyerek korku saldı. Bu söz size tanıdık geldi mi? Tıpkı Züğürt Ağa’da Şener Şen’in köylüyü sömürmek ve haklarını aramalarını engellemek için haykırdığı “Ula, tepemi attırmayın, köyü sataram ha!” cümlesinin modern bir yansıması değil mi sizce? Batı’daki bir işçi için belki bir blöf olabilirdi; ama burada, alternatifsizlik ve yoksulluk girdabında yaşayan insanlar için bu, en acımasız ve en etkili silahtı. Korku, herkesin omuzlarına çöken karanlık bir gölge gibi ağırlaştı; nefesleri kesti, iradeleri gölgeledi.

Artık bedenen, ruhen ve maddi olarak tükenmiş emekçiler, yıllarını verdikleri fabrikalarda birikmiş tazminatlarını ve haklarını almak için, korkarak da olsa patronların kapısını çalmak zorunda kalıyorlar. Tıpkı Kibar Feyzo’daki o unutulmaz sahnede Feyzo’nun Ağa’ya “Beni kovirmisen ağam?” diye sorduğu gibi, emekçiler de utanç ve çaresizlik içinde müdür odalarında aynı soruyu soruyorlar. Patronlar, emekçideki korkuyu fark edip analiz ettiklerinden, acımasız bir güç gösterisiyle “Kovmirem Ula, seni Kovmirem” demekten ve “İşte kapı orada: ya bütün haklarından feragat edip çıkarsın, ya da bu şartlar altında çalışırsın” demekten de geri durmuyorlar. Modern dünyada bunu, müşterilerini kaybetmemek için daha yumuşatarak söylerler; ama iletilmek istenen mesaj değişmez. Oysa bu, verecekleri bir lütuf değil; işçinin yıllar boyunca biriktirdiği alın terinin doğal ve meşru karşılığıdır.

Bunca sömürüden sonra, insanların artık korkularını bastırmak zorunda olduklarını anlayınca, sömürü düzeni yeni bir taktik geliştirdi. Personellere, “Hepimiz bir aileyiz, ailede zaman zaman küskünlükler olur” mesajı veriliyor; sanki herkes kol kola girmiş gibi bir birlik görüntüsü sunuluyor. Oysa emekçiler sizden sadece emeklerinin karşılığını isterken, bu söylem ile aslında itaat ve sessizlik talep ediliyor. Devamında ise verimlilik, disiplin, kalite ve üretim konusunda Avrupa standartlarında beklentiler ileri sürülüyor; ücret ve yaşam koşullarına gelince ise Mısır, Bangladeş, Fas, Tunus gibi Ortadoğu ülkeleri örnek gösteriliyor. Mesaj açıktır ve nettir: Avrupa gibi çalış, Ortadoğu gibi yaşa.

Bu düzen ne kadar güçlü görünürse görünsün, insan onuru yok edilemez. Baskılar, tehditler ve korku duvarları ne kadar yükselirse yükselsin, dayanışma ve irade her zaman bir çıkış yolu yaratır. Tıpkı Kibar Feyzo’nun sonunda halkın Çukurova’ya yürüyüşü gibi, emekçi halk da bir gün kendi yağını kendi kavurmanın yolunu bulacaktır. Toprak kokusuyla, alın teriyle, kolektif iradeyle dirilen halk, bir gün fabrikaların soğuk duvarlarını da eritecek güce sahiptir.

Gerçek özgürlük ve gerçek kalkınma, insanı makinenin bir parçası olarak gören bir sistemde değil; emeğin kıymetini bilen, onuru ve adaleti merkezine koyan anlayışla mümkündür. Dayanışmak, birleşmek ve haklarını cesaretle savunmak, geçmişin öğrettiklerini geleceğe taşır. Sistem ne kadar güçlü olursa olsun, emeğin ve onurun karşısında her zaman bir çıkış yolu vardır. Beyaz adamlar elimizde kalan son değerlerimizi almadan, silkelenip kendimize gelmeliyiz; çünkü hâlâ kaybolmamış hazinelerimiz var—umut, direnç ve özgürlük. Toprak, alın teri ve irade hâlâ bizimle; onları savunmak ve yükseltmek, bizim ellerimizdedir.

Yazarın Diğer Yazıları