Eğitim, bir ulusun en değerli yatırımıdır. Toprağın altındaki kaynaklar tükenebilir, ekonomik dalgalanmalar servetleri eritebilir; ancak iyi eğitimli bir nesil, tüm bu kayıpları telafi edebilecek en güçlü sermayedir. Gelişmiş dünya bunu çok erken fark etti. Almanya’da, Finlandiya’da, Norveç’te devlet, vatandaşının bilgiye erişimini bir ayrıcalık değil, en temel hak olarak görür. Üniversiteler, gençlerin hayata sıfırdan başlamak zorunda kaldığı bir borç çukuruna dönüşmez. Aksine, o gençler bilgiyle donanmış, özgüvenli ve üretken bireyler olarak mezun olur. Güney Kore ve Japonya ise eğitime yaptıkları devlet destekli yatırımlarla birer teknoloji devine dönüştü. Çünkü çok basit bir gerçeği çözmüşlerdir: Eğitimi parayla satmak, geleceği ipotek altına almaktır.
Türkiye’de ise bu denklem trajik biçimde tersine işliyor. Yıllarca gençlere “Oku, adam ol” dendi. Bu söze inanan binlercesi, gelecek umuduyla KYK’nın sunduğu o “yardım” eline sarıldı. Ancak bu el, mezuniyet sonrasında bir anda kelepçeye dönüştü. İşsizliğin pençesindeki gençler için banka hesaplarındaki üç beş kuruş, devletin hacizli mektuplarıyla bloke edildi. İşsizlik, zaten başlı başına ağır bir yükken; şimdi bir de “borçlu ve çaresiz” damgasıyla boğuşuyorlar.
Burada yanıtı yıllardır verilmeyen temel bir soru yatıyor: İstihdam yaratmak gibi asli görevini yerine getiremeyen bir devlet, bunun bedelini neden gençlerin sırtına borç prangası olarak geçiriyor? İşsiz gencin cebindeki son paraya haciz koymak, hangi ekonomik aklın, hangi sosyal devlet anlayışının ürünüdür?
Gençleri önce borçlandırıp sonra işsiz bırakmak, üstüne bir de icraya boğmak bir eğitim politikası değil; geleceği rehin almak demektir. Üniversiteler, özgür düşüncenin ve bilimin yuvası olmaktan çıkıp, gençleri borçlandırmanın resmi merkezlerine dönüşmüştür. Bugün mezuniyet törenlerinde verilen diplomalar, bir başarı belgesinden çok, icra dairelerinden gelecek ödeme emrinin habercisi gibidir.
Bir ülke kendi gençliğini borçla terbiye ederse, onları işsizlikle cezalandırırsa, icrayla sindirmeye kalkarsa, aslında kendi temelini dinamitliyor demektir. Gençlerini müşteri gibi gören, onları maliyet olarak sayan bir zihniyet, yarınlarını kaybetmeye mahkumdur.
Ama unutulmamalıdır: Eğitim bir borç değil, en temel insan hakkıdır. Bu hak, bir neslin omzuna kambur olarak yüklendikçe kaybedecek olan sadece gençler olmayacak. Hepimiz kaybedeceğiz. Çünkü gençliği zincire vurulan bir toplum, özgürlüğünü de zincire vurmuş olur.