Ağrı
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
-1°

AY'IN SESSİZ TANIĞI VE İNSANLIĞIN ADIMI

YAYINLAMA:

Binlerce yıl boyunca insanlar geceleri gökyüzüne bakıp aynı soruyu fısıldadı: “Orada ne var?” Ateş başında hikâyeler anlatan ilkel topluluklardan, merceklerle göğe uzanan ilk bilginlere kadar herkesin içinde aynı merak kıpırdanıyordu. Gökyüzü, insanlığın en eski aynasıydı; bize hem ne kadar küçük olduğumuzu gösteriyor, hem de ne kadar ileri gidebileceğimizi hatırlatıyordu. Ay ise o aynanın içindeki en parlak sırdı. Her medeniyet ona bir anlam yükledi ama hepsi için ortak bir şey vardı: Ay, ulaşılmazın sembolüydü. Belki de insanı insan yapan tam da buydu  gördüğüyle yetinmeyip, bir gün oraya dokunmayı hayal etmesi.

Bu hayalin gerçek olması için 20. yüzyılın ortasına gelinmesi gerekecekti. Dünya iki süper gücün rekabetiyle kaynarken, bilimin motoru son hız çalışmaya başladı. Uzay yarışı, politik kaygıların ötesinde, insanın sınırlarını zorlama tutkusunun vitrinine dönüştü. 1969'da Ay, artık sadece izlenen bir gökcismi değil, ulaşılacak somut bir hedefti. Apollo 11 görevi bu yüzden bir uzay uçuşundan çok daha fazlasıydı: İnsanlığın yeryüzünden gökyüzüne uzattığı en ciddi el sıkışması.

Ve o elin parmaklarında üç isim vardı: Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins. Armstrong sakinliğiyle, Aldrin teknik zekâsıyla görevin ön yüzünü temsil ediyordu. Ama bir de görünmeyen yüz vardı: Komuta modülünde yalnız başına Ay’ın etrafında dönen Michael Collins. İnsanlık tarihinin en ilginç rollerinden birini üstlenen Collins, Ay’a gitmiş ama Ay’a ayak basmamış tek kişiydi. Kimi buna şanssızlık dedi, kimi kader. Ama Collins bunu hiçbir zaman bir eksiklik olarak görmedi. Çünkü o, iniş modülü geri dönemese Dünya’ya tek başına dönecek kişiydi. Görev bilinci, kişisel hayallerinin önünde duruyordu. Belki Ay’a inemedi ama Ay’a inenlerin dönebilmesini sağlayan görünmez kahramandı. Bazen tarihin yükü, ayak basanlarda değil; basamayıp bekleyenlerin omuzlarındadır.

Ay’a inişin kendisi de masalsı bir kolaylıkla olmadı. İniş sırasında bilgisayarda beliren "1202 program alarmı", sistemin aşırı yüklendiğini gösteriyordu. Sorun, açık bırakılan bir radarın gereksiz veri yüklemesiydi. Dünya’daki simülasyonlarda bu alarm görevi anında iptal ettirirdi. Fakat Houston’dan gelen "devam et" ("proceed") onayıyla iniş sürdürüldü. Milyonlarca insan televizyon başında nefesini tutarken astronotlar son derece soğukkanlıydı.

Yakıt neredeyse tükenmişti. Armstrong, bilgisayarın yönlendirdiği kayalık bölgeden manuel olarak kurtuldu. Son saniyelerde, neredeyse son 15 saniyelik yakıtla, insanlığın kaderini belirleyen o yumuşak inişi gerçekleştirdiler. Dünya sessizdi. Sonra Armstrong’un sesi geldi: "The Eagle has landed" ("Kartal iniş yaptı").

O an yalnızca iki astronot değil, insanlığın tamamı Ay’a iner gibi oldu. Ardından o tarihi cümle duyuldu: “Bir insan için küçük, insanlık için dev bir adım.” O adım, Ay’ın tozlu yüzeyinde atılmış olabilir ama yankısı insan ruhunun en derin yerlerine düştü.

Michael Collins yıllar sonra, Ay’a inememiş olmanın bir pişmanlık değil, tarihin ona biçtiği rol olduğunu anlattı. Modülde yalnız geçirdiği o uzun saatleri “yalnızlık değil, dikkat” olarak tarif etti. Çünkü geri dönüş modülü orada durmasaydı, Armstrong ve Aldrin’in Ay’a inmesi dönüşü olmayan bir yolculuk olurdu.

Bugün hâlâ bazıları “Gerçekten Ay’a çıkıldı mı?” diye soruyor. Ama geriye yüzlerce saatlik kayıt, binlerce fotoğraf, Ay’dan getirilen 382 kilo kaya örneği ve yüzeye bırakılan lazer reflektörleri cevap veriyor. Hatta bugün bile Ay’ın Dünya’dan her yıl 3.8 santimetre uzaklaştığını bu reflektörler sayesinde ölçebiliyoruz.

Evet, insanlık Ay’a çıktı. Ve aslında asıl mucize Ay’a basan ayaklarda değil; o ayağın arkasındaki merakta, cesarette ve binlerce yıllık hayalin somut bir gerçeğe dönüşmesinde saklı. Ay’a gidenler sadece bir adım atmadı; insanlığın geleceğini aydınlatan bir iz bıraktı.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...