Ağrı
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
-1°

AHMED-İ HÂNÎ’Yİ ANLAMAK

YAYINLAMA:

Birey Olarak Ahmed-İ Hânî’yi Anlamak

Coğrafyalar vardır, insanı yoğurur; insanlar vardır, coğrafyayı yeniden anlamlandırır. 

Ahmed-i Hânî tam da bu kesişimin ismidir. Onu yalnızca bir âlim, bir şair, bir mutasavvıf ya da Kürt entelektüel geleneğinin zirve isimlerinden biri olarak okumak, zira yetersiz olur. Çünkü Hânî, bir düşünce sisteminin değil; bir vicdanın, bir duruşun, bir “insan olma biçiminin” adıdır.

Bugün modern toplum karmaşası içinde kaybolmuş bireylere baktığımızda Hânî’nin fikirleri hâlâ yakıcı bir ihtiyaç gibi duruyor. O, bireyin kendini anlamasıyla toplumun kendini bulmasını aynı yerde konumlandıran nadir fikir adamlarından biridir.

Hânî’ye göre insan, yalnızca kendini tanıdığında özgürdür; yalnızca özgür olduğunda topluma fayda verir; yalnızca fayda verdiğinde iz bırakır.

Peki biz Ahmed-i Hânî’yi nasıl okuyoruz?

Bir mezar taşının ardında kalan bir şahsiyet olarak mı?

Bir destanın içinde geçen romantik bir figür olarak mı?

Yoksa bugün hâlâ hayatımıza temas eden bir bilge olarak mı?

Asıl soru şudur: Biz Ahmed-i Hânî’yi bir tarih bilgisi olarak mı biliyoruz, yoksa bir kişilik aynası olarak mı?

Hânî’nin eserlerine baktığınızda bir gerçeği net görürsünüz: O, insanı bütün yönleriyle ele alan bir “Toplum filozofudur.”

Mem û Zîn’i yalnızca bir aşk hikâyesi olarak okuyanlar, eserin içindeki siyasal teori, adalet tasavvuru, birey-iktidar ilişkisi ve toplum ahlakını kaçırır. Hânî’nin aşkı bile bireyin olgunlaşması üzerine kurulu bir metafiziktir.

Ona göre, insanın en büyük düşmanı cehalet ve vicdanını kaybetmesidir.

En büyük özgürlük bilgi; iradedir.

En büyük servet zenginlik değil; hikmettir.

Bu yüzden Ahmed-i Hânî’yi anlamak, bir medeniyetin kaynağını anlamaktır.

Günümüz toplumuna dönüp baktığımızda, Hânî’nin işaret ettiği çöküş hâlini açıkça görebiliriz:

            •          Bilgi arttı, hikmet azaldı.

            •          Güç çoğaldı, adalet inceldi.

            •          İletişim büyüdü, insan küçüldü.

            •          Kalabalıklar arttı, yalnızlık derinleşti.

Hânî’nin coğrafyasında doğup büyüyen bir çocuk bile bugün ona bakarak şunu söyleyebilir:

“Her çağ kendi zalimini üretir; ama her çağ kendi Hânî’sini de çağırır.”

Ahmed-i Hânî’yi birey olarak anlamak, onun bize bıraktığı en yalın mesajı anlamaktır:

“Toplumu değiştirmek istiyorsan önce kendini düzelt.”

Hânî’nin her cümlesinde saklı duran bu çapa, bugün liderlikten toplum mühendisliğine, aile yapısından eğitim sistemine kadar geniş bir alanı yeniden düşünmemizi istiyor. Aslında bu toprakların güçlü bir uyarısıdır bu:

“Bir birey, bir milleti ayağa kaldırabilir.”

Ahmed-i Hânî bugün bir tarihsel figür değil, bir çağrıdır. Bir sesleniş, bir uyanış, bir aynadır. Onu anlamak; dillere, ırklara, sınır çizgilerine sıkışmış bir kimliği değil; insana dair bir hakikat arayışını anlamaktır.

Belki de bugün hepimizin kendimize sorması gereken soru şudur:

Ahmed-i Hânî yaşıyor olsaydı, bize neyi düzeltmemizi söylerdi?

 

Selam ve sevgiyle,

Mimar Dr Cengiz ÇELİK

Doğubayazıt

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...