Bu çağ çok konuşuyor ama az duyuyor. Herkesin söyleyecek bir sözü, paylaşacak bir yorumu, savuracak bir fikri var. Ekranlar dolu, zaman çizelgeleri kalabalık, kelimeler hızlı. Fakat bütün bu gürültünün içinde garip bir sessizlik büyüyor. Bu sessizlik, sesin yokluğundan değil, vicdanın geri çekilmesinden doğuyor. İnsanlar artık duymak istemediklerini görmezden gelmeyi, rahatsız eden gerçekleri susturmayı öğrenmiş durumda.
Sessizlik eskiden bilgelikle anılırdı. Düşünmenin, tartmanın, derinleşmenin alanıydı. Şimdi ise çoğu zaman korkunun, yorgunluğun ve konforun kılıfı hâline geldi. Bir haksızlık yaşandığında, “bana dokunmuyor” demek kolaylaştı. Bir adaletsizlik görüldüğünde, başını çevirip yoluna devam etmek normalleşti. Çünkü susmak, bedeli en düşük eylem gibi sunuluyor.
Oysa susmak tarafsızlık değildir. Susmak, çoğu zaman güçlüden yana durmaktır. Haksızlığın karşısında konuşmamak, onu onaylamak kadar etkili bir tutumdur. Kötülük her zaman bağırarak ilerlemez. Bazen sessizce, kimse itiraz etmediği için yerleşir. İnsanlar bunu fark ettiğinde ise çoktan geç kalınmış olur.
Bu çağ insanları gerçekten yordu. Ekonomik baskılar, gelecek kaygısı, bitmeyen bir telaş hâli… Kimseye “neden konuşmuyorsun” diye kolayca yüklenilemez. Ancak yorgunluk, vicdanı askıya alma hakkı vermez. Çünkü adalet, sadece gücü olanların değil, yorulanların da sorumluluğudur. Tam da bu yüzden suskunluk, masum bir kaçış değil, ağır bir tercihtir.
Sessiz kaldıkça alışıyoruz. Alıştıkça kanıksıyoruz. Kanıksadıkça olan biteni normal kabul etmeye başlıyoruz. Bir zamanlar içimizi acıtan şeyler, günün sıradan haberlerine dönüşüyor. Vicdanın eşiği yükseliyor, kalbin tepkisi zayıflıyor. Ve fark etmeden, insanlığımızdan küçük parçalar kopuyor.
Toplumlar çökmez, alışır. En tehlikeli kırılma anı da budur. İnsanlar artık itiraz etmeyi değil, uyum sağlamayı seçtiğinde başlar çürüme. Sessizlik bir süre sonra huzur vermez, aksine ağır bir yük olur. Çünkü içten içe herkes bilir ki susulan her an, biraz daha borçlanılan bir andır.
Belki dünyayı değiştiremeyiz. Belki tek bir yazıyla, tek bir cümleyle büyük düzenleri sarsamayız. Ama susmayarak şunu yapabiliriz: Kötülüğün yalnız olmadığını hissetmesine engel oluruz. Haksızlığa sessiz kalarak değil, küçük de olsa bir ses çıkararak tarafımızı belli ederiz.
Bu çağ yorgun olabilir. İnsanlar tükenmiş, umutlar incelmiş olabilir. Ama sessizliğin bedeli, yorgunluktan daha ağırdır. Çünkü insan bazen konuşmadığı şeylerle, söylediğinden çok daha fazlasını kaybeder.