Yk Genetik Müh. Rıdvan Genç

Hafif gündemler, ağır gerçekler

Yk Genetik Müh. Rıdvan Genç

Bu haftaya bakınca hissedilen şey öfkeden çok daha ağır bir yorgunluk. Öfke bağırır, çağırır, dışarı taşar; ama yorgunluk sessizdir, içe çöker. Yaşanan hiçbir şey küçük değil; aksine her biri tek başına bile insanın zihnini susturmaya yetiyor. Uçak düştü, insanlar öldü; birkaç satırlık haberlerle geçiştirilemeyecek kadar büyük bir trajedi. Libya yeniden karıştı; bölgesel dengeler bir kez daha belirsizliğe sürüklendi. Asgari ücret açıklandı. Açlık sınırının altında kalan bir ücret, resmî bir açıklamayla normalleştirildi. Dışişleri Bakanı’nın sözü uluslararası bir platformda yarım kaldı; bu bile başlı başına haftalarca tartışılması gereken bir ciddiyetsizlik göstergesiydi. Toplum için riskli olduğu söylenen insanlar tahliye edildi. Güvenlik duygusu bir kez daha “idare eder” seviyesine çekildi; yani güvende değiliz ama alışkınız denildi.

Bunların her biri tek başına haftalarca konuşulacak, sorgulanacak, hesap sorulacak başlıklar. Normal şartlarda öyle olurdu. Ama bu hafta biz başka bir şeyi, bir telefon konuşmasını konuştuk. Kimin kiminle ne konuştuğunu, ne demek istediğini, satır aralarında ne ima edildiğini… Yıllardır bilinen, defalarca gündeme gelip sönmüş bir mesele, tam da bu kadar olumsuzluğun üst üste yığıldığı bir anda ana gündem oldu. Tesadüf demek kolay; hatta rahatlatıcı. Ama yeterli değil. Asıl çarpıcı olan, bu gündem değişikliğine gösterdiğimiz inanılmaz hızlı uyum. Sanki uzun süredir buna hazırmışız gibi. İşte üzerinde durulması gereken refleks tam da bu: Ne kadar çabuk vazgeçtiğimiz.

Toplumlar sadece başlarına gelenlerle değil, neyi konuşmayı seçtikleriyle de sınanır. Büyük meseleler çoğu zaman “kaza”, “ekonomi”, “protokol”, “hukuk” gibi tek kelimelik kalkanların ardına saklanır. Bu kelimeler, olan biteni açıklamaz; aksine örtbas eder. Oysa bir magazin kırıntısı düştüğünde herkes oradadır. Çünkü orada hesap sormak yoktur, sorumluluk almak yoktur, vicdanı zorlamak yoktur. Orada taraf olmak kolaydır, konuşmak risksizdir. Kimse kaybetmez; sadece oyalanır.

Asgari ücret açıklandıktan sonra kimse gerçekten şaşırmadı. Belki de en acı tarafı tam olarak bu. İnsanlar rakamı görünce sokağa dökülmedi; oturup hesap yaptı. Nereden kısarım, neyi ertelerim, bu ay hangi borcu öderim, hangisini ödeyemem… Alışmış olmak, en büyük yenilgidir. Açlık sınırının altında yaşamaya alışmak sadece yoksullaşmak değildir; hayattan, beklentilerden, gelecek fikrinden vazgeçmektir. Böyle bir ortamda toplumun öfkesi de dağılır, yönünü kaybeder. Büyük meseleler ağır gelir; küçük gündemler o boşluğu doldurur.

Sıradan bir vatandaş için asıl meseleler aslında son derece nettir: geçim, güvenlik, umut. Ama bu üçü de ağırdır; insan ruhunu yorar, sürekli tetikte tutar. Sürekli düşünmeyi, sorgulamayı, talep etmeyi gerektirir. O yüzden daha hafif, daha kolay sindirilen, daha az düşündüren başlıklar konuşulur. Çünkü bazen insan, gerçeği değil; gerçeğin ağırlığından kaçmayı seçer.

Belki de artık kendimize karşı dürüst olmanın zamanı gelmiştir. Bu ülkede uçaklar düşmüşken, insanlar açlık sınırının altında yaşamaya çalışırken, güvenlik duygusu her geçen gün biraz daha aşınmışken; Sadettin Saran’ın özel mesajlaşmaları, kiminle ne yazıştığı, cümlelerinin nasıl yorumlanacağı, “kaç kişiye yeteceği” gibi ifadeler bütün haftamızı alıyorsa… Burada artık yalnızca “gündem saptırılıyor” demek yetmez. Çünkü bunca ağır gerçekler ortadayken, hafif bir başlığın günlerce taşınması ancak gönüllü bir kabulle mümkündür. Kimse zorla izletmedi, kimse zorla konuşturmadı. Tıklandı, paylaşıldı, tartışıldı. Demek ki bir karşılığı vardı; bir ihtiyaca denk düştü.

Bu tabloyu sadece “yönetenler” üzerinden okumak eksik kalır. Gündem dayatılıyor olabilir; ama her dayatılan gündem bu kadar hızlı kabul görmez. Kabul görüyorsa, orada bir karşılık vardır. Eğer bunca şey yerine bunu konuşabiliyorsak, belki de mesele sadece bize sunulan gündem değil; bizim neyi konuşmayı tercih ettiğimizdir. Hak edilmemiş bir gündem bu kadar uzun sürmez; tutunamaz.

Bu soru rahatsız edici. Çünkü cevabı herkese dokunuyor, kimseyi dışarıda bırakmıyor. Ama belki de tam da buna ihtiyacımız var. Rahatsız olmadıkça değişmez toplumlar. Ve belki de en tehlikeli şey, bunca ağır gerçek varken, konuşacak bu kadar hafif bir şey bulabilmiş olmamızdır.

Yazarın Diğer Yazıları