Yk Genetik Müh. Rıdvan Genç

DEMOKRATİK KONFEDERALİZM: MERKEZE DEĞİL, İNSANA İNANAN BİR DÜZEN

Yk Genetik Müh. Rıdvan Genç

Devlet dediğimiz yapı, tarih boyunca hep “merkez” etrafında şekillendi. Bir başkent, bir saray, bir lider… Kararların tepeden alındığı, halkın ise bu kararlara uymakla yükümlü olduğu bir sistem. Oysa basit bir denklemdir bu: Merkez büyüdükçe çevre daralır; merkez güçlendikçe halkın sesi kısılır. İşte bu yüzden yüzyıllardır toplumlar, kendi kaderlerini ellerine almanın farklı yollarını aradı. Bu arayışlardan biri de, merkezin tahakkümüne karşı halkın öz-yönetimini savunan “demokratik konfederalizm” fikridir.

Peki nedir demokratik konfederalizm? Kısaca, halkın kendi kendini yönetme modelidir. Otoritenin merkezden çevreye doğru değil, çevreden merkeze doğru aktığı bir yönetim anlayışını savunur. Her köyün, her mahallenin, her bölgenin kendi geleceğine dair söz hakkına sahip olması demektir. Bu model, devletin gücünü sıfırlamayı değil, toplumsal bilinci ve öz-örgütlülüğü arttırmayı hedefler. Çünkü temelinde, bir halkın devletten bağımsız olarak da adil, düzenli ve üretken bir yaşam kurabileceği inancı yatar.

Günümüzde birçok ülke için demokrasi, ne yazık ki sadece seçimlerden ibaret. Sandığa gitmek, oy kullanmak ve ardından beş yıl boyunca sonuçları beklemek… Oysa gerçek demokrasi bu kadar dar bir kalıba sığdırılamaz. Demokratik konfederalizm, demokrasiyi günlük yaşamın doğal bir parçası haline getirmeyi önerir. İnsanların sadece dört veya beş yılda bir değil, her gün kendi yaşamlarına dair söz sahibi olmasını ister. Mahalle toplantıları, halk meclisleri, kooperatifler ve yerel üretim ağları, işte bu canlı demokrasinin yapı taşlarıdır.

Bu modelin en dikkat çeken yönlerinden biri de, doğa ile toplum arasındaki kopmaz bağı gözeten anlayışıdır. Doğa, sömürülecek sonsuz bir kaynak değil, yaşamın ta kendisi ve ortak paydası olarak görülür. Bu nedenle demokratik konfederalizm, ekolojik dengeyi gözetmenin bir yönetim biçimi olduğuna inanır. Doğayla uyum içinde yaşamayan hiçbir sistemin uzun vadede adil olamayacağını savunur. İnsan doğanın efendisi değil, onun bir parçasıdır. Unuttuğumuz bu basit gerçeği bize yeniden hatırlatır.

Kadınların toplumsal konumu da bu düşüncenin mihenk taşıdır. Zira özgür bir toplumun gerçek ölçütü, o toplumdaki kadınların özgürlüğüdür. Demokratik konfederalizm, bin yıllardır süregelen erkek egemen yapıları kökten sorgular ve kadının toplumda sadece eşit değil, aynı zamanda öncü ve belirleyici bir konuma gelmesini savunur. Toplumsal kararların alındığı her platformda kadınların sesinin duyulması bir lütuf değil, sistemin olmazsa olmazıdır.

Ekonomi söz konusu olduğunda ise bu model, acımasız rekabeti değil, dayanışmayı öne çıkarır. Dev şirketlerin kâr hırsıyla değil, yerel üreticilerin, kooperatiflerin ve küçük toplulukların ortak emeğiyle şekillenen bir ekonomiyi amaçlar. Yerel pazarlar ve ortak üretim alanları, gerçek ekonomik özgürlüğün temelini oluşturur. Böylece ekonomi, insanın insana hizmet ettiği bir zemine oturur; paranın değil, emeğin kıymetinin belirleyici olduğu bir modele evrilir.

Demokratik konfederalizm aynı zamanda bir “kültürler mozaiği” idealidir. Tek tip bir kimlik, dil veya inanç dayatmaz. Aksine, tüm farklılıkları bir zenginlik kaynağı olarak kucaklar. Çünkü toplumun asıl gücü, tekdüzelikten değil, çeşitlilikten gelir. Gerçek birlik, farklılıkların bastırılmasıyla değil, karşılıklı saygı ve anlayışla inşa edilir. Bu nedenle bu model, ulus-devletin katı sınırlarını aşan, daha insani ve kapsayıcı bir dayanışma biçimi önerir.

Elbette bu ideal, kolayca hayata geçirilebilecek bir sistem değil. Yerel demokrasiyi güçlendirmek, derin bir bilinç, sürekli katılım ve paylaşılan bir sorumluluk duygusu gerektirir. Eğitim, diyalog ve ortak çaba olmadan ayakta kalamaz. Fakat unutmamak gerekir ki, her şey bir bilinçlenmeyle başlar. İnsan, kendi sokağında, kendi mahallesinde söz sahibi olduğunda, gerçek anlamıyla 'vatandaş' olmanın ne demek olduğunu anlar.

Bugünün dünyasında insanlar devletten çok şey bekliyor ama birbirlerinden çok az. Oysa demokratik konfederalizm bize tam tersini öğütler: “Birbirine güvenen ve dayanan insanlar, en güçlü toplumu inşa eder.” Devletin sınırları içinde yaşayan bir nüfus olmaktan çıkıp, kendi yaşamını örgütleyebilen özgür bir topluma dönüşmek, belki de modern çağın en anlamlı ve en gerekli adımıdır.

Belki de bu modelin özü tek bir cümlede saklıdır:
Güçlü devletler değil, güçlü toplumlar kalıcıdır.

Ve demokratik konfederalizm, işte tam da bunu haykırıyor:
Merkeze değil, insana inanan bir düzen mümkündür.

Yazarın Diğer Yazıları