Raif Medetoğlu

Saygı: İnsan Onurunun ve Ahlâkî Şahsiyetin Temeli

Raif Medetoğlu

İnsan, yaratılış gayesine uygun olarak bütün varlıkların üzerinde bir kıymete mazhar kılınmış ve muhatap kabul edilmiş tek varlıktır. Bu inanç, insan için ilahî bir ikramdır. Çünkü insan, hürmet ve muhabbeti hak eden yegâne varlıktır. Ancak modern zamanlarda eşya ve maddeye gösterilen saygı, insanın manevi derinliğine yöneltilmesi gereken saygının önüne geçmiştir. Oysa hakiki saygı, yalnızca bedenin eğilmesi yahut kuru bir sözle ifade edilmez; ahlâkı, irfanı ve şahsiyeti olgunlaşmış bir ruhun tezahürü olarak doğar.

Saygının Mahiyeti

Saygı, basit hislerin ürünü değil, şahsiyet geliştiren, manayı değerli kılan âlicenap bir ruh hâlidir. Büyük ruhlu bir insana gösterilen saygı, aslında onun varlığından taşan manevî kudrete ve kalbî kemale yöneliktir. Dolayısıyla saygı, yalnızca sosyal bir nezaket değil, insanın ahlâkî ve vicdanî olgunluğunun dışavurumudur.

Saygının kaynağı kalptir. Kalbin bir insana yönelerek onun büyüklüğüne kanaat getirmesi, saygının özü kabul edilebilir. Bu sebeple saygı, biz istesek de istemesek de, hak ettiği yerde kendiliğinden doğan bir cevherdir. İnsana değerli olduğunu hissettiren bu fazilet, yüksek ahlâkın ve bütün güzel meziyetlerin kaynağını teşkil eder.

Saygı ve Ahlâkî Şuur

Ahlâkî değerlerin uyanışı, saygı ile başlar. Saygı duygusunu kendi iç âleminde yerleştirebilen insan, gittikçe derinleşen bir ahlâkî şuura erişebilir. Buna mukabil, her şeyi maddede arayan, manaya değer vermeyen ve ruhun gelişimini ihmal eden maddeci anlayış, saygı duygusunu zayıflatır. Bunun sonucunda ise ahlâk ve vicdan sükûta uğrar, toplum manevî buhranlara sürüklenir.

Bu nedenle saygı yalnızca bireysel bir fazilet değil, toplumsal şahsiyetin ve haysiyetin de temel taşıdır. Tarihî süreçte saygıyı yitiren toplumların manevî çözülmeye maruz kaldığı gözlemlenmiştir.

Tarihî Örnekler

Türk-İslam tarihinden birçok örnek, saygının devlet ve toplum hayatındaki belirleyici rolünü göstermektedir:

Osman Gazi, şeyhi Edebali’nin evinde Kur’an’ın bulunduğu odada ayaklarını uzatmadan geceyi saygıyla geçirmiştir.

Fatih Sultan Mehmed, devlet protokolüne aykırı olmasına rağmen hocası Molla Gürânî’nin elini öpmekten çekinmemiş, Molla Hüsrev’i camide bile görse ayağa kalkmıştır.

Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi dönüşünde elbisesine çamur sıçratan âlim İbn-i Kemal’e kızmak yerine “Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için şereftir, tabutuma örtünüz” diyerek ilme ve âlime saygısını göstermiştir.

Bu örnekler, saygının yalnızca bireysel bir duygu değil, devlet adamlığında, toplumsal ahlâkta ve medeniyet inşasında belirleyici bir unsur olduğunu ortaya koymaktadır.

Sonuç

Saygı, insanı değerli kılan ve toplumu ayakta tutan en büyük fazilettir. Büyük ruhlu insanlar, saygının esas kaynağından beslenerek şahsiyetlerini inşa etmiş ve toplumsal saygınlıklarını artırmışlardır. Bugün de toplumların huzur ve barışa erişebilmesi için en başta ihya edilmesi gereken değer, saygıdır. Çünkü saygı, ahlâkın doğuşu, vicdanın uyanışı ve insan onurunun korunmasıdır.

Yazarın Diğer Yazıları