
İslam'da Düşünmek İbadet midir?
Raif Medetoğlu
Kıymetli kardeşlerim,
Hepinize yeni bir günde gönül dolusu selam ve muhabbetlerimi sunuyorum.
Bugün gönül mektebimizde, fikir soframızda çok derin ama bir o kadar da yakın bir konuyu konuşacağız:
Düşünmek, kendini bilmek ve Rabbini tanımak…
Düşünmek Bir İbadettir
İslam’da düşünmek, yani tefekkür, doğrudan bir ibadet sayılır.
Çünkü tefekkür, insanı Allah’ı tanımaya, O’nun kudretini ve hikmetini idrak etmeye götürür.
Cenab-ı Hak Kur’an’da defalarca bize sesleniyor:
"O akıl sahipleri, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken dâimâ Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!” derler.
(Âl-i İmrân, 191)
Bu ayet, tefekkürün bir kulluk hali olduğunu gösterir.
Bakın, Rabbimiz “namaz kılın, oruç tutun” dediği gibi “düşünün” de diyor.
Çünkü düşünmek, insanı Allah’a götüren bir yoldur.
Kâinata ibretle bakan insan, her zerrede bir kudret mührü, her varlıkta bir hikmet izni görür.
Bir yaprak düşer, bir kuş uçar, bir çocuk nefes alır ,nehirler akar,arılar bal yapar...
Eğer kalp uyanıksa, orada Allah’ın sanatını seyredersiniz.
İşte bu hâl, sessiz bir secdedir.
Tefekkür, kalbin secdesidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor:
“Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.”
Yani tefekkür, kuru bir akıl yürütme değil; aklın, kalbin ve ruhun birlikte Allah’ı tanıma çabasıdır.
Kâinata, insana, hayata ve ölüme dair derin düşünmek eğer bu düşünce Allah’a yöneliyorsa ibadet hükmündedir.
Demek ki gözümüzü, kalbimizi ve aklımızı Allah’ın sanatına çevirdiğimiz her an ibadet halindeyiz.
Kendini Bilmek Marifetin İlk Basamağıdır
Tasavvufta meşhur bir söz vardır:
“Men arafe nefsehu fekad arafe Rabbehu.”
(Kendini bilen, Rabbini bilir.)
İnsan kendini tanıdıkça, aslında Rabbini tanımaya başlar.
Nasıl mı?
Kendi aczini, zayıflığını, muhtaçlığını fark eder.
Bir nefes alırken bile Rabbine bağlı olduğunu hisseder.
O zaman kalbinde şu söz yankılanır:
“Ben var değilim, beni var eden var.”
Kendini bilmek;
benliğini büyütmek değil,
benliğini aşmaktır.
Kendini bilmek;
kibrin yerine tevazuyu,
gururun yerine şükrü koymaktır.
Nimetlerin kendi elinden değil, Allah’ın lütfundan geldiğini anlamak;
ruhunun Allah’tan bir emanet olduğunu idrak etmektir.
Yani insan, “Ben kimim?” sorusuna “Allah’ın kuluyum.” cevabını kalpten verebildiğinde, gerçek anlamda kendini tanımış olur.
Rabbini Bilmek Marifetullah’a Götürür
İnsanın Rabbini tanıması, huzurun anahtarıdır.
Çünkü Rabbini tanımak; marifetullah, yani Allah’ı bilmek demektir.
Bediüzzaman Hazretleri ne güzel söyler:
“İnsanın mahiyeti, Cenab-ı Hakk’ın isimlerine bir aynadır.”
Yani insan, Allah’ın isimlerini kendi üzerinde okur.
Aczinde Kadir,
fakrında Rezzâk,
kusurunda Gafûr,
bilgisinde Alîm ismini hisseder.
Her bir halimiz, Rabbimizin bir isminden haber verir.
Ne kadar tanırsak, o kadar huzurlu oluruz.
İnsan, kendini tanıdıkça Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini üzerinde görür.
İşte bu hâl, marifetullahın ta kendisidir.
Tefekkürün Meyvesi: Şükür
Tefekkür eden insan, şükreden insandır.
Çünkü her şeyin Allah’tan geldiğini, her nimetin O’ndan olduğunu bilir.
Bakar, görür, düşünür ve kalbiyle der ki:
“Rabbim, Sen bunu boşuna yaratmadın.”
İşte bu fark ediş, şükür kapısını açar.
Tefekkür, insanı Allah’a yaklaştırır; gafletten uzaklaştırır.
Tefekkür eden kalp, huzurla dolar.
Son Söz
Kıymetli dostlar,
İnsan bazen yıllarca dışarıda bir şey arar ama asıl hazine kendi içindedir.
Kalbine yönel, düşün, tefekkür et.
Bir damla suya, bir nefese, bir yaprağa ibretle bak…
Hepsi sana aynı hakikati fısıldar:
“Rabbin var, seni seviyor.”
Unutmayalım:
Tefekkür, kalbin ibadetidir.
Kendini bilmek, marifetin kapısıdır.
Rabbini bilmek, huzurun ta kendisidir.
Rabbim bizleri düşünen, hisseden, idrak eden kullarından eylesin.
Kalbimizi tefekkürle, ömrümüzü şükürle, sonumuzu imanla güzelleştirsin.
Âmin.