
İman ve Ahlâk Medeniyeti
Raif Medetoğlu
Bir toplumun gerçek gücü, ne servetinde ne de silahında gizlidir.
Onu yücelten ya da çökerten şey, ahlâkıdır.
Tarih boyunca nice medeniyetler, ilim ve sanat bakımından yükselmiş; fakat ahlâk çökünce, temelleri içten dağılmıştır.
Bugün de insanlığın asıl krizi, ahlâkın imanla bağının kopmasından kaynaklanıyor.
Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle:
“İman, insanı insan eder; belki insanı sultan eder.” (Sözler)
Demek ki iman, sadece bir inanç değil; insanı inşa eden, hayatı anlamlandıran, ahlâkı dirilten bir manevî güçtür.
İmanın Ahlâka Dönüşmesi
İman kalpte doğar, ahlâkta görünür.
İnanan insan, Rabbine olan sevgisini sadece sözle değil, davranışla gösterir.
İman bir nurdur; o nur, kalbi aydınlatır ve insana doğruluk, adalet, merhamet gibi değerleri kazandırır.
Risale-i Nur’da geçen şu cümle, iman–ahlâk ilişkisinin özüdür:
“İman hem nurdur hem kuvvettir.” (Sözler, 23. Söz)
Yani iman, sadece düşünceyi değil, iradeyi de besler.
İman kuvvet buldukça insanın davranışları da güzelleşir; yalan yerine doğruluk, kibir yerine tevazu, kin yerine affedicilik yerleşir.
Nefis Terbiyesi ve Ruh İnşası
Ahlâk eğitiminin en zor ama en gerekli kısmı, nefsin terbiyesidir.
Çünkü insanın içindeki en büyük düşman, çoğu zaman kendi nefsidir.
Bediüzzaman bu gerçeği şöyle açıklar:
“Nefsini beğenen, belâsını görmez. Nefsini itham eden, kemale erer.” (Mesnevî-i Nuriye)
Nefis terbiyesi, insanın kendi içindeki benlik duvarını yıkmasıdır.
Kalp saflaşmadan, ahlâk olgunlaşmaz.
Gerçek terbiye, dıştan gelen yasaklarla değil, içten doğan vicdanî denetimle mümkündür.
İmanın nuru kalbi sardığında, nefsin fısıltısı zayıflar; insan, yanlışın cazibesine değil, doğrunun huzuruna yönelir.
Sabır, Şükür ve Rıza – Üç Ahlâk Direği
Hayat bir imtihandır; musibetler ve nimetler, insanın karakterini ortaya çıkarır.
Risale-i Nur, bu imtihanlara üç ana ahlâkî duruşla yaklaşmayı öğretir: sabır, şükür ve rıza.
Sabır, sıkıntıya tahammül değil; anlamını bilerek dayanma erdemidir.
Şükür, nimeti fark etmenin ve onu doğru kullanmanın adıdır.
Rıza ise, kaderdeki her şeyin Rahmet-i İlâhî’den geldiğine inanarak gönül huzuru bulmaktır.
Bu üç haslet, insanı hayatın fırtınaları karşısında sarsılmaz kılar.
Bediüzzaman der ki:
“Sabır, musibete karşı bir ibadet şeklidir.” (Lem’alar)
Gerçek ahlâk, işte bu sabır, şükür ve rıza dengesinde olgunlaşır.
İhlâs ve Samimiyetin Gücü
Ahlâkın ruhu, ihlâstır.
İhlâs, yapılan her işi Allah rızası için yapmaktır.
Riya, gösteriş, menfaat gibi niyet bozuklukları, amelleri içten çürütür.
İhlâs Risalesi’nde Bediüzzaman şöyle der:
“Amelde rıza-yı İlâhîyi esas tutmak lâzımdır; eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yoktur.”
Samimiyet, insanın kendi içinde huzur bulmasını sağlar.
İhlâs, bireyin iç dünyasında dürüstlük, toplumda ise güven doğurur.
Çünkü gösterişin hâkim olduğu yerde ahlâk, kök salamaz.
Adalet, Merhamet ve Sorumluluk Bilinci
Bir toplumun nizamı, adaletle ayakta kalır.
Risale-i Nur’da “adalet-i mahza” kavramı, yani tam adalet, insana değerini veren en yüce ilkedir.
Adalet, hakkı sahibine vermek; merhamet ise o hakkı korurken kalbi katılaştırmamaktır.
Merhamet, sadece duygusal bir yumuşaklık değil, ilahî bir bilinçtir.
İnsan, Allah’ın merhametini tanıdıkça, mahlûkata karşı da daha adil ve şefkatli olur.
Bu bilinç, aynı zamanda sorumluluk ahlâkını doğurur; kişi, hem kendisine hem topluma karşı vazifelerinin farkına varır.
Güzel ahlâk bir medeniyetin Kalbini teşkil eder.
Medeniyet, binalar ve makinelerle değil, kalplerin terbiyesiyle kurulur.
Bugün insanlık, teknolojide ilerledi ama merhamette geriledi.
Bediüzzaman’ın “asrın inkılabı imanla olur” tespiti, tam da bu çelişkiye işaret eder.
Gerçek medeniyet, imanla yoğrulmuş ahlâkı yücelten medeniyetdir.
İnsan, iman sayesinde sadece dünyaya değil, ebediyete de hazırlanır.
Ahlâkî diriliş, işte bu ebediyet bilincinden doğar.
Çünkü Allah’a inanan bir kalp, ne zulmü meşrulaştırır ne haksızlığa sessiz kalır.
Sonuç
İman ve ahlâk, iki kardeştir.
Biri olmazsa diğeri eksik kalır.
İman kalpte kök saldıkça, ahlâk da o kalpte çiçek açar.
Nefis terbiyesi, sabır ve şükür, ihlâs ve adalet gibi değerlerle beslenen bir insan, sadece kendini değil, toplumunu da güzelleştirir.
Unutmayalım:
“Ahlâkın temeli imandır; iman, insanı insan eder; ahlâk ise insanı kemale erdirir.”
Ve gerçek medeniyet, ancak imanla dirilmiş ahlâkın omuzlarında yükselebilir.