Raif Medetoğlu

Bir Umre Programının Ardındaki Hatıra ve Çıkarmamız Gereken Dersler

Raif Medetoğlu

Değerli dostlar,

Yine bir umre programını; manevi yükselişimize vesile olması niyetiyle, kutlu bir yürüyüşün ruhuna uygun şekilde, umreye niyet eden gönül dostlarımızla birlikte ifa etme gayreti içerisindeyiz.

Medine ziyaretimizin ardından, hayat boyu tesiri silinmeyen Uhud Meydanı’nda yaşananlara dair ibret ve hikmet yüklü bir muhasebeyi, sizlerin idrakine havale etmek istiyorum.
Çünkü tarih, sadece geçmişte yaşanmış olayların kronolojik kaydından ibaret değildir.
Tarih; bugünü anlamak ve yarını inşa etmek isteyenler için bir hikmet aynasıdır.
O aynaya bakmayı bilenler, kendilerini görürler.
İşte Uhud da böylesi bir aynadır.
Bedir’in büyük zaferinin ardından Müslümanlar Uhud’da ağır bir imtihanla karşılaştılar.
Bu imtihan ne sayı ile ne de silah ile ilgiliydi. Uhud; itaatin, dirayetin ve kalpteki dünya ile ahiret dengesinin sınandığı bir eğitim sahnesiydi.

Resûlullah’ın (s.a.v.) okçulara verdiği
“Ne olursa olsun yerinizi terk etmeyin” emri, basit bir askerî talimat değildi. Bu emir, ümmetin geleceğine dair konulmuş ilahî bir ölçüydü. Ancak bir anlık ganimet telaşı, “artık savaş bitti” düşüncesi ve dünyevî bir heves, bu ölçüde küçük bir gedik açtı.
Gedik küçüktü ama bedeli çok büyüktü.
Çünkü tarih bize şunu öğretir:
Büyük yıkımlar, çoğu zaman küçük ihmallerle başlar.
Bugün yaşadığımız toplumsal dağınıklıklar, iletişimdeki sertlik ve küçük meselelerin büyük kırılmalara dönüşmesi, Uhud’un bize bıraktığı bu dersi unutmamızla yakından ilgilidir.

İtaat zayıfladığında birlik sarsılır;
sabır kaybolduğunda basiret körleşir.
Uhud’un en çarpıcı mesajlarından biri de gençliğe yöneliktir.
Bugünün gençliği teknoloji çağında yaşıyor. Dikkat dağıtan sayısız unsur, yüzeysel hevesler ve dijital gürültü arasında savruluyor.
Aslında her biri, farkında olmadan kendi Uhud imtihanını yaşıyor.
Bir anlık öfke,
yanlış bir tercih,
yanlış bir arkadaşlık,
küçük görülen bir ihmal…
Bunların her biri insanın hayat yönünü kökten değiştirebiliyor.
Uhud’un gençlere söylediği cümle çok açık ve nettir:
Yerini terk etme!
İnancını, değerlerini, ahlâkını ve sorumluluk bilincini terk etme.
Müslüman genç, okçular tepesindeki nöbetçi gibidir.
Onun yerinde durması, sadece kendi geleceğini değil, toplumun yarınını da ayakta tutar.
Gençlik savrulursa toplum savrulur;
gençlik sabit kalırsa umut diri kalır.
Uhud zahiren bir yenilgi gibi görünse de hakikatte bir diriliştir.
Allah Teâlâ Âl-i İmrân Suresi’nde bu hakikati şöyle bildirir:
“Siz dünyayı istiyordunuz, Allah ise ahireti istiyordu.”
Mesaj son derece açıktır: Kalpte dünya sevgisi ağır bastığında vakar zayıflar, birlik çözülür, istikamet kaybolur. Bugün yaşadığımız pek çok ahlâkî ve toplumsal krizin arka planında da bu denge kaybı vardır.
Uhud’da Resûlullah’ın (s.a.v.) sergilediği ahlâk ise derslerin en büyüğüdür. Yaralanmış, mübarek yüzü kanlar içinde kalmışken bile,
“Allah’ım, kavmime hidayet ver; çünkü onlar bilmiyorlar”
diye dua edebilmek, peygamber ahlâkının zirvesidir.
Bugün kırgınlıkların, öfkenin ve tahammülsüzlüğün bu kadar arttığı bir dünyada, bu dua bize hâlâ yol göstermiyor mu?
Uhud bize bir gerçeği daha hatırlatır; Toplumda kimse önemsiz değildir. Okçuların birkaç adımlık ihmali, bütün ümmeti etkilemiştir. Demek ki ailede, kurumda, şehirde ve ülkede her birey bir halkadır.

Bir halka zayıflarsa zincir kopar.
Sonuç olarak;
Her müminin hayatında bir Uhud, her insanın durduğu bir okçular tepesi vardır. Dünyevî bir heves, küçük bir rahatlık, “ne olacak ki?” diyerek terk edilen bir sorumluluk… Bunların her biri insanın Uhud’u olabilir.
Mesele kaybetmemek değil;
yerini terk etmemektir.
Çünkü Uhud’da kaybedilen bir savaş değil, kazanılan bir irfan mektebidir.
Bugün bize düşen ise bu mektebin derslerini hayatın tam merkezine taşımaktır.

Yazarın Diğer Yazıları