Buzağı öküz doğurunca

Buzağı öküz doğurunca
Karaköse Haber sitemizin yazarı, günlük yaşam ve geçmişe yönelik yazdığı yazılarla bilinen Halit Aldemir, geçmişten günümüze süregelen savaş ve beraberinde gelen yıkımların toplumdaki yansımalarını kaleme aldı.

Doğal afetlerin en yıkıcı olanlarından bile daha çok hafızalarda yer eden savaşlar, tarih denince akla ilk gelendir.

Savaşlar, savaşan iki taraf için farklı sonuçlar doğurmuştur. Galipler isteklerini kabul ettiren, mağluplar bu istekleri kabul etmek zorunda bırakılanlardır. Hürriyetin gerçekleşmesini isteyen taraf hangisi? Ya da şöyle düşünelim: savaş öncesinde hiçbir tarafta da hürriyet yoktu. Savaş sonunda yenenler, yenilenlere hürriyetini veriyordu. Ya da her iki taraf, savaştan bir ders çıkarıp insanların hür ve özgür yaşamlarını mı sağlıyorlardı? Ya ölenler… Onlara ‘şehit’ demek yetiyor muydu?

İlk hatırlanan olduğu için savaşların getirdiklerinden götürdüklerinden söz etmek kaçınılmazdır. Filozof olmayı gerektirmeyecek bir açıklıkla görülmektedir ki, savaşlar hep kölelik getirmiştir. Çünkü yenenlerin amacı köleleri hürriyetine kavuşturmak değildir. Yeni köleler kazanmaktı. Bunu da hür fertleri ve hür toplumları köleleştirmekle gerçekleştiriyorlardı. Buna dayanarak, ‘tarih, köleliğin tarihidir’ demeye kendimi mecbur hissediyorum. Çünkü hürriyeti sağlamaya çalışanlar, esirler ve köleler olmuşlardır.

Tarihsel yansımalar hep güçlülerin aksettirdikleridir. Tarihin, masalın, hikâyenin, romanın yazdıkları, sözlü edebiyatın yansıttıkları yine hür insanların nasıl köleleştirildikleriyle ilgilidir. Kölelerin yazdığı bir tarih yoktur. Köleleştirmenin tarihinden söz edilebiliriz. Onu da galiplerin hürlerin tarihlerinden öğrenmekteyiz. Yani tavuk tilkiye teslim edilmiş, ’tilkinin, tavuğu hürriyetine kavuşturma çabalarının tarihi’ yazılmıştır. Tavuğun, hürriyetine kavuşup da nasıl mücadele ettiğini anlattığı bir tarih yoktur.

Denilebilir ki, insanlık tarihinde yıkımlar, kıyımlar, savaşlar çok olmuştur. Bunları hürriyete kavuşmak için yapılmış saymasak bile, yapılan binlerce buluş ve yenilikler; insanların hürriyetlerini daha iyi kullanmaları içindir. İlk bakışta bu bize doğru gelebilir. Oysa yanılgımızı görmemiz için tarihin derinliklerine gitmemize hiç gerek yoktur. Günümüz dünya düzenine bir bakın: hangi yenilik, hangi icat bizim daha hür ve kendimizi geliştirmemize uygun olarak kullanılmaktadır. Yine cep telefonunun, radyonun, televizyonun, internetin vb araçların iletişimi kolaylaştırdığını, haberleşme hürriyetini tam olarak sağladığını mı söyleyeceksiniz? Hangi hürriyetleri getirdiğini, hangi değerleri götürdüğünü; verilen bir parça hürriyetle nasıl sömürüldüğümüzü, nasıl kontrol altında tutulduğumuzu biliyoruz artık. Adının hürriyet, aslının kölelik olduğunu görmemiz; bu çağın bir insanı olarak bizi var edecektir. Aksi halde, ‘bir sağımlık ömrü olan bir inek’ olarak algılanırız, efendilerimizce.

Bir yenilik olarak Birleşmiş Milletler Cemiyeti kurulduğunda…

Bir yenilik olarak Dünya Bankası kurulduğunda…

Bunlar sonradan bozuldu, diyemeyiz. Bugün ne iseler, kuruluş amaçları da o idi.

Köleler, efendilerinin hak ve hürriyet nutuklarına hayrandırlar hep: ‘Şu saray istediğim gibi yapıldığında, hepiniz hürsünüz ve bu krallığın birer ferdisiniz’ nutukları köleleri ölüme daha da yaklaştırır (Günümüzde bu köleler ölüme daha hevesliler).  Saray bittiğinde hiçbir köle hayatta değildir. Onların yerini, hürriyet, hak ve adalet beklentileri ile başkaları doldurmuştur. Ne yazık ki onların da bu beklentileri hayalden öteye gidemeyecektir. Ama birileri yine de, tarihe, insanların hürriyetlerini gerçekleştirmek için verdikleri mücadelenin tarihi olarak bakacaklardır.

Egemen güçlerin, hürriyeti gerçekleştirme çabalarının olup olmadığı tartışma konusu değildir.  Beş daimi üye ve veto hakları… Demek ki, hürriyetin, adaletin ne demek olduğunu en iyi onlar biliyor. Bildikleri gerçekleşinceye kadar söz ve yetki onlarda olacak. Çünkü insanların adalete ve hürriyete ihtiyaçları var. 

Hangi tarihin bu hakları onlara verdiğini, onlar bile bilmiyor.          

Efendilerimiz, artık; ‘şu saray bitince’ deme gereği duymaz oldular. Şimdi biz,  ‘şu yeni model araba, şu yeni telefon, bu dijital cihaz, ya da efendilerimizin yasalarını alıp uygularsak,’ derken, efendi olacağımızı sanıyoruz. Alıyoruz da bir şey olamıyoruz. Çünkü kurulu düzen, efendilerimizin yapılması gereken kalelerinin giderlerini karşılamak maksatlıdır.

Ve hürriyete susamış köleler, efendilerine hiçbir tarihte bu kadar sadık olmamışlardır.

Tarihin gereksizliği savunuluyormuş gibi bir yanılgıya düşmeden, bahsedilene tarihsel bir yorumlamayla varılmak istendiğinin altını çizmek isterim. Bunu, ister alaycı, ister çarpıcı, ister öküz altında buzağı olarak değerlendirin. Günümüzde yaşadıklarımızın, geçmişte yaşanılanların geliştirilmiş birer kopyası olduğunu unutmayalım. Gelişmiş diyorum, çünkü atom bombası, casus uçakları, uyduları, telefonları ve telefon dinleme cihazları olmayan krallıklarda ve derebeyliklerde, gözden ırak yaşayanlar olabildiğince hürdü. Kuleler, piramitler, kaleler, saraylar yaptırılan köleler ve köle olmayı bile başaramayıp aslanlara atılanlar, çoğunlukla savaş esirleriydi. Bunlar da o çağda yaşayan insanların %95’ini oluşturmuyordu. Bugün ise insanların %5’i sermayenin %80’ini sahiplenmiş. Geri kalan %95’in canı cehenneme. Binlerce yıldır, tarihin bize layık gördüğü hak, hukuk, adalet, eşit paylaşım bu işte.  Ve bu canı cehenneme olanların köle olmadığını kim iddia edebilir ki. Hatta efendilerimiz, efendiliklerini garantilemek için, daha doğmamış bebeklerimizin de borçlu doğacaklarını söylemiyorlar mı? Yaşa sen tarih, iki yüz otuz dokuz yıl daha yaşa.

Uygarlık, altın (!) çağını yaşarken, köleliğin, esirliğin, adaletsizliğin böylesine gelişkin olduğunu gördükten sonra; ‘tarih, güçlülerin ve zalimlerin, zayıfları tahakküm altında tutma sanatını(!) geliştirme sürecidir’ diyesi geliyor, insanın.

Esirliğin, köleliğin, adaletsizliğin yasal bir dayanağının olduğu eski çağlardaki hürriyet kavramıyla, günümüzdeki hürriyet kavramı arasında büyük farklılıklar ve benzerlikler bulunmaktadır. En büyük benzerlik, her iki çağda da egemen güçlerin hürriyetleri kısıtlama uğraşıdır. Önemli farklılık ise, uygulamalarda görülür: Eskiden yasal olarak yapılırdı. Günümüzde sinsice. Eskiden bedel ödeyip kurtulmak varken, günümüzde asla.

Tarih biliminin bize ulaştırmak üzere ele aldığı olaylar ve olgular, deneyimli bireyler olmamızı sağlar. Ama bu, özgürlük için, hak ve adalet için, eşitlik için yeterli değil. Çün, krallar, şahlar, derebeyleri daha daha önemli deneyimler kazanmaktadırlar.

Ama her şeye rağmen, gerçekten insanların hürriyetlerine kavuşmaları için çaba sarf eden kahraman insanlar da yaşamışlardır. Sadece efsanelerimizde yer alan bu kahramanlarımızın, ne kadar etkili oldukları; dünyanın bu gün içinde bulunduğu durum ile açıklanabilir. 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.